Psikoterapi Süreci ve Direnç 

Direnç tüm terapi süreçlerinin kaçınılmaz bir parçası olduğu için her terapi yaklaşımı direnç kavramını ele alıp , bu kavramla ilgili açıklamalar getirmeye çalışmıştır.  Ancak direnç kavramı üzerinde düşünülmeye başlandığında ilk akla gelen terapi yaklaşımı psikodinamik terapilerdir.

Direnç kavramı Freud’un eserlerinde ilk yazdığı psikanalitik metinlerden başlayarak, her zaman merkezi bir yere sahip olmuştur.

Freud direnci analiz sürecine ve uygulamalarına karşı gelen bütün güçler olarak tanımlamıştır; yani direnç serbest çağrışımı gizleyen, hastanın hatırlama ve içgörü kazanma çabalarını bozan, değişim isteği ve akılcı egosuna karşı çalışan ve tüm bunlarla analitik çalışma sürecini kesintiye uğratan her şeydir( Terbaş 2005).

Tedaviye gelen kişinin değişmeye ve tedavi edenin bu doğrultudaki çabalarına karşı koyuşu temsil eden direnç Freud’a göre tedaviye her aşamada eşlik  eder.(Akt; Gençtan 1995).

Psikanalizin amacının hastaya kabul etmek istemediği bu nedenle bastırdığı bilinçdışı güdüleri, ihtiyaçları, duyguları konusunda içgörü kazandırmak olduğunu düşünürsek  psikanalizin direnci,  farkındalık ve onun sağlayacağı değişim önünde bir engel olarak ele almasını anlayabiliriz.

Çünkü psikanalitik tedavi kabul edilmesi güç dürtülerin, yaşantıların bastırılmasını engellemeyi amaçlar; direnç ise bunun tam tersi yönünde bir amaca hizmet eder, tedavi sürecine karşı bastırma mekanizmasını korumaya çalışır.

Dirence yüklenen tüm bu olumsuz çağrışımlara karşın psikanalitik yaklaşımlar direnci terapi sürecinde olmaması ya da oluşumu en aza indirgenmesi gereken tamamen olumsuz nitelikte bir  fenomen olarak ele almazlar .

Analitik yaklaşımlar  direncin özündeki eğilimin kişinin varlığını oluşturan parçaların bir arada kalması yani kişiyi parçalanma ve dağılma riskinden korumak olduğunu kabul ederler(Terbaş,2005)

Kişi bu bütünlüğün bedeli olarak onu terapiye getiren hastalığının semptomlarını taşır; bu semptomları taşımak tamamen “dağılmak” riskinden daha az korkutucudur.

Psikanalitik yaklaşımlar direncin özünde yatan bu işlevi ve kişi için taşıdığı anlamı kabul ederler. Ancak psikanalitik yaklaşımlar için direnci olumlu hale getiren , kişi için taşıdığı bu işlevden daha öte terapide uygun yöntemler kullanıldığında bir engel olmaktan çıkıp ilerleme için bir araç niteliği kazanmasıdır.

Analiz sürecinde bilinç altı malzeme bilinç düzeyine çıkmaya hazır hale geldikçe, korkan benlik  kendini koruma altına almaya çalışır(Burger 2006). Bu anlamda hastanın direnç gösterdiği alanlar terapiste bilinçdışı materyale yaklaştığının işaretini verir,  hastanın direnç gösterdiği alanlar analistin deşmek istediği alanlardır yani  tüm direnç çabaları terapistin ve danışanın esas malzemeye yaklaştığını gösterir.

Bu yönüyle direnç analiste hasta hakkındaki kritik bilgileri de sunar.  Direnç tedavi akışını aksatan bir engel niteliğinde değerlendirilebilir ancak terapist direnci uygun yöntemlerle kırabildiğinde direnç bir engelden öte  bilinç altı malzemeye ulaşılmasını sağlayan bir araç niteliği kazanır.

Özetle psikanalitik yaklaşımların ele aldığı “direnç”  tedavi seyrinde oluşması gereken ama oluştuğu gibi de aşılması gereken bir  kavram olarak ele alınır.

Direnç oluşmalıdır ancak oluştuktan sonra kırılmalıdır. Direnç aşılamadığı zaman terapi süreci için bir engel niteliği taşır. İnsan ruhunun çok derinlikli katmanları arasında terapistin bilinçdışına giden yolun izini sürebilmesi  için dirence ihtiyacı vardır.

Terapistin bilinçaltına ulaşmak için izlediği yolda  direnç kapalı bir kapı olarak karşısına çıkar , ama bu kapı olmadığında da terapist doğru izde olup olmadığını kestirmekte zorlanır.

Klasik psikanalizle birlikte farklı yaklaşımlardan da etkilenen çağdaş psikodinamik yaklaşımlar direnci terapiste doğru yolda olduğunu gösteren  ve aşılması gereken bir işaret olmaktan daha öte yaklaşırlar.

Terapide direnci kırmakla ilgilendikleri kadar sadece “direncin” kendisiyle de ilgilenirler. Psikodinamik yaklaşımlardaki bu yeni bakış açısı kaynağını hümanistik yaklaşımlardan alır diyebiliriz ve bu yeni yaklaşım tarzını en net Gestalt Terapisinde görebiliriz.

Gestalt yaklaşımının dirence bakış açısının temelinde de direncin bir savunma olduğu görüşü vardır, yani direncin kişiyi bir şeylerden koruduğu, yüzleşmek istemediği şeylere karşı geliştirdiği bir savunma olduğu kabul edilir.

Gestalt terapisinde de psikanalitik terapilerde olduğu gibi direncin, kişinin bütünlüğünü sağlayabilmek ve varlığını sürdürebilmek için kendini savunma ve koruma işlevi taşıdığına inanılır. Ancak gestalt yaklaşımı psikanalitik yaklaşımlardan farklı olarak bu işlevi kabul etmekle kalmaz bu işlev üzerinde daha derin düşünür.

Gestalt yaklaşımına göre direnç kişinin hayatının her alanında yüzleşmek istemediği şeylerle karşılaştığında ortaya çıkar. Terapi sürecinde ise direnç “dışarıdan kendisine kabul ettirilmeye çalışılan baskıya karşı kişinin bütünlüğünü sağlayabilmek ve varlığını sürdürebilmek için kendini savunması ve koruması” olarak tanımlanır( Daş, 2006).

Direncin bu tanımında “dışarıdan kendisine kabul ettirilmeye çalışılan baskı”  ifadesinde terapistin direnç yönünde yaptığı atılımlara gönderme yapıldığı görülür. Ve direncin bu şekliyle tanımlanması Gestalt terapistlerinin  dirence analitik terapistlerden farklı bir yerde durarak baktıklarını gösterir.

Gestalt terapistleri direnci analistlerden farklı bir tutumla ele alırlar. Psikanalitik terapide direnci kırmak yönünde terapistin kullandığı teknikleri gestalt terapistleri danışana dışarıdan kabul ettirilmeye çalışan bir baskı unsuru olarak ele alıp bu girişimleri yapıcı anlamda değerlendirmezler.

Onlara göre  direnç oluşması beklenen ve sonra da ortadan kaldırılmaya çalışılan bir durum  değildir; aksine anlaşılması, incelenmesi ve yaşanması gereken bir durumdur.

Direncin anlamı, ne amaçla ortaya çıktığı, kişiyi nelerden ve nasıl koruduğu, hangi ihtiyaçlara dayandığı anlaşılmadan ve bunlarla ilgili çalışmalar yapılmadan direncin ortadan kaldırılması.

Gestalt terapistlerine göre, kısa süreli olarak değişime yol açsa de, değişimin genellenebilirliğini ve etkililiğini düşürür(Daş, 2006).

Hem gestalt yaklaşımını benimseyen terapilerde hem de analitik kökenli terapilerde direncin kişinin bütünlüğünü korumasına yardım eden, onu dağılmaktan koruyan bir savunma olarak ele alındığını  gördük.

Psikanalitik tedavilerde hastanın terapide direnç için başvurduğu yollar kişinin geçmişte kazandığı nevrotik temelli uyum çabaları olarak değerlendirilir. Gestalt yaklaşımında ise kişinin direnç için başvurduğu yollar şu an için en doğru çözüm yolları olmasa da geçmişte yapılan “yaratıcı uyumun” bir parçası olarak ele alınırlar.

Geçmişte yaptığı yaratıcı uyuma göre davranan kişiler  kendilerini güvende hissettikleri ve koruyabildikleri aynı davranış örüntülerini sergilerler;  bu davranış örüntüleri terapide “şimdi ve burada” da  sağlıklı bir şekilde temas kurmaya izin vermeyen direnç yolları olarak değerlendirilir ve bu direnç yolları  terapide kendini “kördüğüm” olarak gösterir.

Kördüğüm noktasında büyümek isteyen ve direnen güçler bir mücadele içindedir(Corsini,1987). Gestalt terapisinin bu bakış açısında direncin kendi içinde değişimi barındırdığı görülür. Gestalt yaklaşımına göre kişi  direnirken sadece değişimin karşısında yer almamaktadır, kişi direnç gösterirken bir yandan değişimden korkmakta ama bir yandan da değişmek istemektedir.

Perls’e göre kördüğüm ve kördüğümün oluştuğu aşama olarak direnç  terapideki en can alıcı noktalardan biridir ve büyümenin de temelidir. (Akt; Daş, 2006) Terapide danışanın kördüğümden çıkabilmesi için kördüğümü tam olarak yaşaması istenir.

Bunun için danışan kendini mümkün olduğu kadar takılmış, karışık, boşlukta ve çaresiz hissetmesi için cesaretlendirilir. Bu arada da tüm duygularının, bedeninin ve düşüncelerinin farkına varabilmesine yardımcı olunur. Böylece terapide “direncin gücünden” yararlanılmış olunur.

Bu aşama, direnç denilen kapının eşiğinde durmaktır. Büyümeyi ve değişimi sağlayan doğrudan kapının arkasındakine ulaşmak değildir; kişinin önce kapının eşiğinde tüm bu sıkıntıyı, çaresizliği olabildiğince yaşayıp anlamlandırabilmesi için beklemesi gerekir.

Gestalt terapistleri direnç kavramını ele alırken “paradoks değişim” kuramına da değinirler. Paradoks değişim kuramına göre değişim,  kişinin olmadığı bir kişi gibi olmaya çalışmasıyla değil, ancak olduğu gibi olmaya çalışmasıyla sağlanabilir. Bu  kurama göre kişi, değişmesi için ne kadar zorlanırsa, değişmeye karşı ortaya çıkacak direnç de o kadar fazla olacaktır(Daş,2006).

Paradoks değişim kuramını direnç bağlamında değerlendirdiğimizde direnç, terapistin beklediği bilinçdışının işareti olan ve aynı zamanda bilinç dışının üstünü örten aşılması gereken bir durum olarak ele alınmamalıdır.

Direnci sadece aşılması gereken bir durum olarak görmek ve “direncin” kendisinin ne olduğunu es geçip doğrudan direnci kırmaya yönelmek kişiyi şu an ne olduğunun, ne yaptığının bilincinden uzaklaştırmak demektir.

Kişi ilk önce direncini sonuna kadar yaşarak  bunun ona sağladığı işlevlerin farkında olmalıdır. Kullandığı dirençlerle şu anda korumak istediği kimliğinin ne olduğunun farkındalığına tam olarak ulaşmalıdır. Gestalt terapistlerine göre kişi bu aşamadan sonra ancak yüzleşmek istemediği, kaçındığı yönlerinin farkına varır ve değişim bundan sonra başlar.

Perls de hiçbir şeyin “direnerek” alt edilemeyeceğini, yenilemeyeceğini vurgulayarak  bir şeyi alt edebilmenin, yenebilmenin ve aşabilmenin tek yolunun onun içine daha derinden girmek olduğunu belirtmiştir.

Perls’ün “direnerek” sözcüğüyle ifade ettiği hastanın direnci değil terapistin hastanın direncine yönelik gösterdiği direnmedir, hastanın direncini kırma çabalarıdır. Ona göre eğer hasta direncini tam olarak yaşayabilirse, bunu anlamlandırabilirse direnci kırmaya yönelik eylemlere gerek kalmayacaktır(Akt; Daş,2006).

Tüm bunları değerlendirdiğimizde Gestalt yaklaşımına göre terapistin görevi direnci kırmak değil danışanın dirençlerini fark etmesi, yaşayabilmesi ve bunlarla ilgili sorumluluklarını üstlenmesi konusunda onu yönlendirmek ve cesaretlendirmektir.

Kısacası Gestalt yaklaşımında da psikanalitik yaklaşımlarda olduğu gibi direnç  terapiste önemli bilgiler sunan bir araç olarak görülür; bu bilgiler sadece bilinçdışı hakkındaki bilgiler değildir; direnç, gestalt terapistleri tarafından aynı zamanda kişinin şu andaki  kişiliğini anlamasında ve  geliştirmesinde  yararlanılabilecek bilgiler sunan çok önemli  bir araç olarak da  görülür. ve  terapide analitik yaklaşımlardan farklı olarak  dirence karşı değil, dirençle birlikte çalışılır; çünkü direncin değişimi de içinde barındırdığı düşünülür.

Hümanistik yaklaşımlarla ortak zemini paylaştığını söyleyebileceğimiz varoluşçu psikoterapide  direnç bireyin var olmanın getirileriyle yüzleşmekten kaçınmasını sağlayan her türlü savunma olarak kabul edilir.

Varoluşçu yaklaşım; en temel, nihai kaygılar olan ölüm, yalnızlık, özgürlük ve anlamsızlık gerçekleriyle, bu gerçekleri kabul etmenin getirdiği anksiyeteyle yüzleşmek istemeyen insanın tüm yaşamını bir savunma, direnç üstüne kurmuş olabileceğini iddia eder.

Ve çoğu kez insanlar yaşamlarını bir savunma( bu en temel kaygılara gösterilen direnç) olarak yaşadıklarını fark etmezler çünkü bu kaygılar başka kaygı kaynaklarına bürünerek ortaya çıkar. İnsanlar en temelde korktukları şeylerin ölüm, özgürlük ya da yalıtım, anlamsızlık olduğunu bilmeden endişe ederler.

Varoluşçu yaklaşımda psikoterapide hedeflenen insanları bu en temel kaygılarla yüzleştirmektir.  Bu bağlamda varoluşçu yaklaşım   direnci ele alırken  şu soruları sorar: “neye direniyorsun, kendini neye karşı koruyorsun? ve kendini nasıl  koruyorsun?”.

Bu şekilde terapist danışanını en temelde korktuğu şeylerin ne olduğuyla yüzleştirir; ama bunu yaparken danışanına bu en temel kaygılara karşı nasıl direndiğini de göstermeye çalışır. Çünkü kişinin bu temel kaygılara nasıl direndiği aynı zamanda yaşamını nasıl geçirdiğinin de göstergesidir.

Bu noktada varoluşçu yaklaşım ve gestalt yaklaşımının dirence bakış açısının aynı olduğunu görebiliriz; Gestalt terapisi de direnci bu sorularla sorarak ele alır. Her iki yaklaşımda neden direniyoruz sorusundan çok neye direniyoruz ve nasıl direniyoruz soruları üzerinde dururlar ve terapilerini bu yönde şekillendirirler.

Gestalt terapistleri “neden” sorusundan özellikle kaçınır çünkü onlara göre “neden” sorusu zaten dirence yol açan bir sorudur. Ayrıca neden sorusuna verilecek cevabın sorunun çözümüne katkı sağlamayacağı düşünülür.

“Neden” geçmişte yatar ve geçmişi değiştirmek mümkün değildir.

“Neden” direniyoruz sorusu yerine “neye ve nasıl” direniyoruz sorularına cevap aramak terapide hedeflenen değişimi sağlar(Daş, 2006)..

Gestalt terapisinin bu noktada varoluşçu terapilere yaklaştığını; analitik terapilerden ise uzaklaştığını görürüz.

Gestalt terapisi varoluşçu terapiye göre direnci çok daha somut yollarla yani uygulamada çok daha belirgin olarak ele alır. Perls(1996) Gestalt terapi yaklaşımında kullanılan egzersizlerin tümünün aslında danışanların dirençlerinin farkına varılabilmesi için düzenlendiklerini belirtmiştir(Akt; Daş,2006).

Bilişsel ve davranışçı terapilerde ise direnç kavramı içgörü terapilerinde olduğu kadar ön planda değildir; bu terapilerde tedavi seyrini aksatan unsurlar olduğunda öncelikli olarak  tedavi formülasyonunda bir aksaklık olup olmadığına odaklanılır.

Tedavi formülasyonundaki düzenlemelerle birlikte danışan kendisine verilen ev ödevlerini yapmadığında ya da seans içinde kendisinden beklenen katılımı gerçekleştirmediğinde buna  engel olanın ne olduğu konuşulur.

Örneğin danışan kendisine verilen ev ödevlerini(örn; olumsuz otomatik düşüncelerini belirlemek) düzenli olarak aksattığında tedavi formülasyonunda yapılacak bir değişiklik yoksa seansta danışanın bu isteksizliği yani direnci konusunda konuşulur. Ve neden direndiği ve neye karşı direndiği birlikte sorulur.

Danışanın bu ödevlerini yapmaya direnç göstermesini sağlayan nedir? Neden bu isteksizliği sergilemektedir? Ancak bilişsel ve davranışçı terapilerde Gestalt terapisinden farklı olarak danışanın direncini sonuna kadar yaşaması beklenmez.

Tedavi formülasyonunda yapılan değişiklikler ya da verilen davranışsal ödevlerdeki değişikliklerle danışandan, terapide birlikte belirledikleri hedefe götürecek katılımı yeniden beklenir. Ve  böylece terapide belirlenen sistematik yapının aksamadan yürümesine özen gösterilir.

Sonuç olarak Gestalt  terapisi için “direnç” terapide gücünden yararlanılan, içinde değişimi de barındıran çok önemli bir süreçtir.

Terapide danışanın direncini bir süreç olarak yaşamasına izin verildiğinde, direncini kabul etmesi, anlam ve amacını keşfetmesi için cesaretlendirildiğinde  danışana kendisi hakkında, yaşamı hakkında önemli bilgiler sunar.

Danışana şimdiyi nasıl yaşadığının, kim olduğu ve olmadığının, ne yaptığı ve yapmadığının bilgisini verir. Kişi bu bilgiyle yüzleşip, kişiliğiyle bütünleştirdiğinde değişim için hazır hale gelmiş olur. Bu bakış açısıyla “direnç” terapistin karşısında yer almaz , değişim için gereken gücü terapi ortamına vererek terapistin yanında yer alır.

Kaynaklar:

Burger, Jerry; (2006), Kişilik. İstanbul: Kaknüs Yayınları
Daş, C; (2006), Bütünleşmek ve Büyümek, Gestalt Terapi Yaklaşımı. Ankara: Hyb Yayıncılık
Corsini, R; ( 1987), Current Psychotherapies.  U.S.A: F.E. Peacock Publishers
Gençtan, E; (1995), Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar. İstanbul: Remzi Kitabevi
Terbaş, Ö; (2005), İmago Dergisi: 2