KORKU- KAYGI- PANİK BOZUKLUK
“Korkmak” “kaygılanmak” ya da “ panik olmak” günlük yaşamımızda içinde bulunduğumuz durumu ifade ederken çok sıklıkla duyduğumuz ve kullandığımız kelimelerdir. Peki, nedir bu kaygı, korku ve panik dediğimiz duygular?
Korku
İlkel bir içgüdü olan korku, hayati bir tehlike karşısında ortaya çıkar. Örneğin açık denizde yüzdüğünüzü hayal edin ve birden bir köpek balığının size doğru yaklaştığını ve size saldırmak üzere olduğunu düşünün. İşte tam bu esnada yaşadığınız duygu korkudur. Bu durumda hayatta kalmanız için iki seçeneğiniz vardır. Bu tehlikeden olanca gücünüzle kaçmaya çalışırsınız ya da bu tehlikeyle savaşırsınız. Her iki durumda da harekete geçmek için bedeninizin alarma geçmesi ve hazırlanması gerekir. Bunun için bedende içgüdüsel olarak kodlanmış bir alarm sistemi olduğunu söyleyebiliriz: kaçma-savaşma mekanizması.
Kaçma-savaşma mekanizması devreye girdiğinde bedenimizde bir dizi değişiklikler olur. Bedenimizdeki kan akımı hızlanarak bizi harekete geçmeye hazır hale getirir ve bunun sonucu olarak kalp atışlarımız hızlanır. Aynı zamanda hareket etmek için bedenimiz daha fazla oksijene ihtiyaç duyar ve solunumumuz hızlanır. Bedenimizdeki kan ihtiyacın azaldığı bölgelerden daha çok ihtiyacın olduğu büyük kas gruplarına aktarılır. İşte bedenimizde oluşan tüm bu fizyolojik değişimlere bağlı olarak hissettiğimiz duyumlar korku duygusunu oluşturur.
Kaygı
Kaygı yaşadığmız zaman yaşadığımız kaygının yoğunluğuna bağlı olarak vücudumuzda korku duygusu sırasında oluşan değişimlerin çok benzerleri olur ancak kaygı duygusunu ortada hayati bir tehdit durumu yokken yaşarız. Az önceki hayali senaryoya devam edecek olursak yakınlardaki bir tekneğe hızla yüzerek köpek balığından son anda kurtulduğumuzu düşünelim. Ancak yaşadığımız bu deneyim hem zihnimizde hem de bedenimizde bir ‘iz’ bırakır ve denizin tehlikeli bir yer olduğunu düşünmeye başlayabiliriz. Hayatımızın geri kalanında her denize girdiğimizde ‘ya yeniden köpek balığı’ gelirse diye düşündüğümüzde bedenimiz bu düşünceyi de bir tehdit sinyali olarak kabul eder ve kaçma savuma mekanizmasını devreye sokar. Kalp atışlarımız ve nefesimiz hızlanır ve korku esnasında oluşan diğer belirtiler de eşlik eder. Ancak bu durumda yaşadığımız duygu korku değil kaygıdır çünkü ortada hayati bir tehlike yoktur ama biz olma olasılığını düşünerek beynimize sinyal veririz ve alarm sistemi devreye girer.
Gündelik yaşantımızda bir çok stres faktörüyle iç içe yaşarız ve kişilik yapımıza, içinde bulunduğumuz koşullara, geçmiş yaşantılarımıza bağlı olarak bu durumlara verdiğimiz tepkiler değişir. Eski çağlarda insanoğlu her an yaşamını tehdit edecek bir durumla karşı karşıya kalma olasılığı ve buna eşlik eden korku ile yaşardı. Modern çağlarda ise eski çağlara kıyasla daha güvenilir yaşam alanlarında içinde yaşıyoruz ancak ‘benlik değerimize yönelik tehditlere’ karşı çok daya duyarlıyız. Bir topluluk önünde konuşup rezil olmaktan, sınavlarda başarısız olmaktan, sevdiğimiz kişi tarafından terk edilmekten kaygı duyuyoruz.
Panik atak- Panik Bozukluk
Panik atak ise başta ‘’panik bozukluk’’ olmak üzere, bir çok psikiyatrik bozuklukta görülebilen; aniden, beklenmedik bir anda herhangi bir yerde ortaya çıkan şiddetli bir kaygı atağı olarak tanımlanabilir. Ortada hayatımızı tehdit edecek gerçek bir tehlike kaynağı yoktur, bedenimizdeki alarm sistemi yanlış zamanda devreye girmiştir. Panik atak sırasında bedenimizde şu tür belirtiler oluşur:
1.Çarpıntı, kalp atımlarının duyumsama ya da kalp hızında artma olması
- Terleme
- Titreme ya da sarsılma
- Nefes darlığı ya da boğuluyor gibi olma duyumları
- Soluğun kesilmesi
- Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi
- Baş dönmesi, sersemlik hissi, bayılacakmış gibi olma
- Bulantı ya da karın ağrısı
- Uyuşma ya da karıncalanma duyumları
- Üşüme, ürperme ya da ateş basmaları
- Derealizasyon (gerçek dışılık duyguları) ya da
depersonalizasyon (benliğinden ayrılmış olma)
- Kontrolünü kaybedeceği ya da çıldıracağı düşüncesi
- Ölüm korkusu
Yukarıdaki belirtilerin çoğu gerçek bir tehdit anında vucüdumuzun kendini korumak için devreye soktuğu belirtilerdir ancak panik atak sırasında ortada gerçek bir tehdit kaynağı olmadığı için kişinin tüm dikkati bedeninde olan bu değişimlere odaklanır. Hızla çarpan kalp çarpıntısını ‘kalp krizi’ geçirdiğinin bir işareti olarak değerlendirebilir, vücudunda birden bire oluşan bu yoğun belirtiler karşısında ‘akıl sağlığını kaybettiğini’ düşünebilir. Bedensel belirtiler kişi için bir kaygı kaynağı haline gelir. Eğer kişi yaşamında en az 2 beklenmedik panik atak geçirdiyse ve her an benzer bir atağı geçireceğine dair yoğun bir kaygı halindeyse bu kişide bir kaygı bozukluğu olan panik bozukluğun geliştiği söylenebilir.
Bir çok psikiyatrik rahatsızlık da olduğu gibi panik bozukluğun nedenlerine dair elimizde kesin veriler yoktur. Çeşitli faktörlerin ortak etkileşimi nedeniyle kişi de böyle bir kaygı bozukluğu gelişebilir. Uzun süren stresli dönemler içinden geçmiş olabilirsiniz ve vücudunuzda stresin kümülatif etkileri birikmiş olabilir ve bazen beden panik atak belirtileriyle size bir mesaj vermek isteyebilir. Çok yorulduğunuza, yaşamınızda çok fazla stres olduğuna dair. Ansızın gelen bir panik atak sırasında kişi çok yoğun bir kaygı deneyimler ve bedeninde yaşadığı fizyolojik değişimleri kaygı ile eşleştirebilir. Örneğin kalp atışlarının hızlanması kişi bir tehdit kaynağı haline gelebilir. İşte bu nokta da panik bozukluk kısır döngüsü dediğimiz bir döngü devreye girer.
Görüldüğü gibi panik bozukluk tanısı alan kişiler gündelik, olağan bedensel hislerini ‘felaketleştirerek’ yorumlarlar ve bunun sonucunda bedenin alarm sistemi yanlış zamanda devreye girer. Bu kısır döngüyü kırmanın en temel yollarından biri bu felaketleştirici düşünceleri tespit etmek, değerlendirmek ve daha işlevsel olan düşünceler ile değiştirmektir. Panik bozukluk tanısı alan kişiyi korkutan bedensel belirtiler aslında vücudun kendisini korumak için devreye soktuğu alarm mekanizmasının belirtileridir, tüm bu belirtiler kişiyi yaşamda tutmak amacına hizmet ederler.
PANİK BOZUKLUK VE PSİKOTERAPİ
Panik bozukluk farklı psikoterapi yaklaşımları ile tedavi edilebilir. Bilişsel davranışçı terapi yaklaşımı panik bozukluk tedavisinde en sık kullanılan psikoterapi yaklaşımlarından biridir. Her danışan ile yapılan psikoterapi çalışmaları danışana özgü ve biriciktir ancak genel olarak panik bozukluğun bilişsel davranışçı psikoterapisi şu aşamalardan oluşur:
- Detaylı değerlendirme
- Kişiyi kaygının doğası hakkında bilgilendirme
- Panik bozukluğu tanılı hastalar, hastalıklarıyla ilgili belirtileri yanlış biçimde yorumlama ve çarpıtma eğilimindedirler. Bilişsel tedavi; panik atağı öncesinde, sırasında ve sonrasında akıldan geçen ve panik atağı ile ilişkilendiren bu yanlış yorum ve varsayımların, mantıklı düşüncelerle yer değiştirilmesi ve düzeltilmesi temeline dayanır.
- Aşırı soluk alıp vermenin kontrolü: Panik atak sırasında solunum ve kalp çarpıntısı hızlandığı için kişi nefessiz kalmış gibi hisseder, aldığı nefesin yetmediğini düşünür ve daha hızlı soluk alıp vermeye ve genelde ağızdan nefes alıp vermeye başlar. Daha hızlı nefes alıp vermek ve özellikle ağızdan nefes alıp vermek ise kaygı belirtilerin daha da artmasına yol açar. Çünkü vücuttaki karbondioksit-oksijen dengesi bozulur. Panik atak sırasında kişinin, burundan nefes aldıktan sonra nefesini dışarı vermeden biraz tutması ve yavaş yavaş vermesi gerekir. Bu sayede karbondioksit vücutta biraz daha tutularak, oksijenin yükselip karbondioksidin düşmesiyle yaşanan bedensel belirtiler azalır.
Panik atak geçiriyorsanız yaklaşık on dakika boyunca ellerinizi burnunuz ve ağzınız üzerinde bir kap şeklinde çukurlaştırmayı deneyin veya bir kâğıt torba tutarak onun içine nefes alıp verin. Bu hareket kan akışındaki karbondioksit seviyesini arttıracak ve belirtileri ortadan kaldıracaktır.
- Kişiye kaygısını kontrol edebilmesini sağlayacak teknik ve yöntemlerin öğretilmesi (örneğin nefes egzersizleri, gevşeme egzersizleri).
- Kaçınmaların azaltılması: Panik bozukluk tanısı alan kişiler panik atak geçirdikleri yerleri de bir ‘tehdit’ olarak değerlendirebilirler. Çıkışa kolay ulaşamayacakları herhangi bir ortamda bulunmak ( büyük bir alışveriş merkezi), kapalı mekanlarda bulunmak (asansör, metro) ya da atağın geçirildiği yerlere benzer yerlerde bulunmak kişi için kaygı verici olabilir ve bu ortamlarda bulunmaktan kaçınr. Kısa vadede kişide rahatlama sağlayan bu kaçınma davranışları uzun vadede kişinin yaşamına çok ciddi bir sınırlama getirir ve aslında bu yerlerin bir tehdit kaynağı olmadığını deneyimleme şansını kaçırır. Psikoterapi sırasında aşamalı bir şekilde kişinin kaçındığı bu durumlarla yüzleştirilmesi; böylece korktuğu felaket senaryolarının gerçekleşmediğini deneyimlemesi hedeflenir.